29 Mart 2010 Pazartesi

The Most Creepy Bus Travel Ever...

Her sey genç kadının kocasıyla birlikte arkadaşlarının yeni doğmuş bebeğini görmek üzere Chapel Hill'e gitmek için otobüs yolculuğunu seçmesiyle başlar. Neşe içinde yola koyulan çiftin keyfi North Carolina otobüsünü bekleyen onlarca kişinin çoktan sıraya girdiğini görünce biraz kaçar, zira otobüslerde yer numarası yoktur; ilk gelen beğendiği yere oturmaktadır. Bu arada humanist çiftimiz, otobüse binecek zatların düşük gelir sınıfına dahil Amerikalılar olduğunu fark ederse de, durumu ilk başta önemsemez. Bunun dışında otobüslerin de kalitesi de arasıra tartışılmaktadır. Binilecek otobüs Türkiye'deki en kötü otobüs firmasının otobüslerinden 10 kat daha kötü ve eski gözükmektedir. Otobüste internete girebilmek ihtimalinden çoktan vazgeçen genç kadının görevi, kocası bavulu yerleştirirken ikisinin birlikte oturabileceği, mümkünse sağ tarafta bir koltuk bulmaktır. Ama o da ne...Çiftimizden önce binen herkes tek tek koltuklara yayılmış olup, birlikte oturulabilecek bir koltuk bırakmadıkları gibi mabatlarını kaldırıp yan taraflarındaki koltuğa oturulmasına da izin vermemektedir. Çiftimiz birbirine yakın koltuklar bularak ayrı ayrı da olsa NC'ye gitmeyi başarırlar. Ancak bu yolculuk çok daha tehlikeli bir yolculuğun sadece öncüsüdür.

NC'den geri dönüş gece otobüsüyle olacaktır. Çiftimizin arkadaşı otobüslerinin kalkışına bir saat kala garaja kendilerini bırakır; hatta onları bomboş bir otobüsün önü koca bir boşluk olan ikili koltuğuna elleriyle bırakır. Ama ne olduysa bundan sonra olmuştur. Bir görevli yolcuları bu ototbüsten indirerek New York'a giden bir başka otobüse aktarır. Bu otobüs ağzına kadar doludur ve ilaç niyetine birkaç boş oturak ancak bulunmaktadır. Genç adam karısının güvenliğini sağlamak üzere arkalarda gözüne kestirdiği iki koltuğa doğru yönelir. Ayrı ayrı ama hiç değilse yakın oturabileceklerdir. Otobüsün arkası Prison Break'teki Sona hapishanesinden salıverilmiş her renkten ama özellikle Afrikalı Amerikalı ve Latin kökenli genç ve iri kıyım adamlarla doludur. Genç adam eşine iri kıyım bir ablanın yanındaki yarım boş koltuğu gösterir. Genç kadın elinde lap top ve çantası olduğu halde bu koltuğa adeta çöker. Genç adam birkaç sıra ötedeki boş koltuğa yönelir. Ama koltukların sahibi ve muhtelemelen birkaç leşi bulunan abi tarafından terslenir. Bu nokta genç çiftin patlama noktası olsa da sakinliklerini korumaktadırlar. Genç adam eşine yakın bir iki yere daha teşebbüs ettikten sonra şöfor marifetiyle eşinden oldukça uzak, önlerde bir koltuğa oturtulur. Genç kadının kabusu bu noktada başlar. Işıklar kapatılır, genç kadın sona hapishanesi sakinleriyle hücrelerinin kapısı olmayan bir mekanda yalnız kalır. Üstüne otobüs şoförü yolculuk sırasında uyuşturucu kullanılmaması yönündeki telkinlerini sürdürmektedir. Genç kadın dökülen bir otobüsün içinde, etrafındaki adamların korkusuyla ve eşinin açtığı telefonların sakinleştirmesiyle üç saat boyunca dua ederek kazasız belasız ilk aktarma noktasına ulaşır.

Bu hayatımda yaptığım en ürkütücü yolculuktu. Çok korktum ve sanırım bitlenmiş olabilirim. Amerika'da otobüs yolculuğunu sadece macera arayanlara öneririm.

Ama bu yazı yolculuğumuzun geri kalanını gölgelemesin... Olağanüstü bir tatil yaptık, bebek sevdik, Emre'ye doğum günü partisi ve kendimize ziyafetler verdik. Onlar resimler eşliğinde geliyor...

22 Mart 2010 Pazartesi

Pazartesi Ya da Salı

Pazartesi ya da Salı... Artık benim için farkediyor.


Pazartesileri iki dersim var biri sabah saat onda, diğer akşam 5.45. Arada haliyle 5 saat 45 dakika boşluk. Yemek 45 dakika. Kaldı mı sana 5 saat. Eve gitsem gittiğime değmez. Akşamki derse hazırlık 2 hadi bilemedin 3 saat. Kalan saatlerim kütüphanede onu bunu izlemek, gazete okumakla geçiyor.

Salı öyle mi ya... 1.30 da dersim var 3.30'a kadar. Geliyorum gidiyorum. Kalmıyorum. Kütüphane yok, kafası dağınık hukuk öğrencisi yok.

Offff gel salı gel :))))

15 Mart 2010 Pazartesi

Writing a seminar paper

Pain in the neck...

13 Mart 2010 Cumartesi

Yaratıcılık

Yazmam gerekiyor...Anlatmam gerekiyor...Özellikle ailemle ya da arkadaşlarımla konuşurken, buralardan, bir sürü şey geçiyor içimden; anlatmak, paylaşmak istiyorum. Gerekli gereksiz her konuyu, ilgili ilgisiz her şeyi, fikirlerimi, hissettiklerimi birilerine söylemem gerek...Ama olmuyor. Birileri arayınca, halimi hatrımı sorunca "iyiyim" diyorum, "iyiyiz", "okula gittim, geldim" vs. diyorum. Onlar anlatsın istiyorum.

Ne zaman anlatmaktan vazgeçtiğimi hiç hatırlamıyorum. Konuşmayı çok severim oysa. Çok konuşurum. Üniversitede bir arkadaşım bir derste beni tanımlaması gerektiğinde "her zaman anlatacak bir şeyleri var" demişti. 20'lik dişimi çektirdiğimde konuşmaya devam edince babam "bari iki tane uyuşturucu yemişken ağzından salyalar akarken biraz sus" demişti şaka yollu.

Anlatacak şeylerim duruyor ama kelimelerim bitti sanırım. Bir şeyleri anlatmaya heves ettiğimde kelimeler yetmiyor, tıkanıp kalıyorum. Sözcükler, deyimler yetmiyor hikayelerime... Sonu gelmiyor başladığım cümlelerin. Bir de gücüm kalmıyor yolun yarısında. Ne anlamı var ki diye düşünüyorum, susuyorum. "Yok bir şey" diyorum.

Eskiden kendimi anlatmak için konuşurdum. Şimdi kendimi saklamak için susuyorum. Beni doğru anlasın insanlar, iyi olduğumu bilsinler düsturundan, burada olduğumu fark etmesinler, dikkat çekmeyeyim düsturuna terfi etmişim. Bilmeden büyüyorum...

Ödev Yapıyorum

Ödev yapıyorum. Her cumartesi pazarın rutin döngüsü devam ediyor evde. Mutlaka hafta başından beri bekleyen ödevlerim oluyor. Hep son güne kalıyorlar. Ama ödevler artık matematik kitabının filanca sayfasındaki 10 problem değil. Biraz daha yaratıcılık, çaba va dolayısıyla zaman gerektiriyorlar. Bense hala her şeyi son gün yetiştirmeye çalışıyorum. Artık düzenli çalışmayı öğrenmem gerekiyor.