18 Kasım 2009 Çarşamba

Uzun Bacaklı Judy

1990 yılıydı. Ablamın ilkokul günleri bitmişti, ayrılıyorduk artık o başka okula gidecekti. O senenin yaz tatilinde TRT Tatil Ekranı diye bir program yayımlamaya başlamıştı. Her gün saat 3 gibi televizyonun karşısında yerimizi alıyorduk. Gerçi ben tam bir televizyon bağımlısı olduğum için hiç kapanmıyordu o televizyon ama kulak kesiliyorduk bu program başlayınca. "3,2,1 Contact" yayınlanıyordu. Jeneriği buydu hatırlamak isteyenler için: http://www.youtube.com/watch?v=s2-LEBc2sO8&feature=related

Bir de mathnet (hatırladığımdan değil, kutsal bilgi kaynağı eksi'den buldum adını). Hatırlamak için: http://www.youtube.com/watch?v=gl8aIizUBNI&feature=related

Judy ve Uzun Bacak, programın son parçasıydı. Bir Japon çizgi filmi. Yetimhanede yetişen Judy'e burs sağlayarak onu yatılı liseye gönderiyordu zengin amcamız. Judy adamın sadece gölgesini görmüştü ve bacakları uzun olduğundan ona Daddy Long Legs (uzun bacaklı babam) diye mektuplar yazıyordu. Bu arada, oda arkadaşının amcası Jervis'e aşık oluyor, sonunda uzun bacaklı babasının Jervis olduğu ortaya çıkıyordu. (şimdiki feminist aklım bu olaya sübyancılık gözüyle baksa da o zamanlar Jervis'e aşıktım.)

Her bölümde bu sevimli kızın sakarlıklarını izliyorduk bir de yetim olduğu ortaya ha çıktı ha çıkacak diye hop oturup hop kalkıyorduk.

Sonra bu dizi bitmeden okullar açıldı. Ben sabahçıydım. Öğleden sonra 4.3o'da yayınlanıyordu Judy ve ben yetişiyordum. Ama ablamın okulu tüm gündü artık ve 4'te bitiyordu. O yetişemeyecekti. İki kafadar anlaştık en sonunda. Ben diziyi vidyoya alıyordum, ablam gelince birlikte bir daha izliyorduk.

Judy'e özeniyordum ben. Yatılı okula gidiyor, kendi parasını harcıyor, çok güzel hikayeler yazıyor ve Jervis'i kapıyor diye. Yetimdi oysa. Acıklıydı durumu. O yaşımda anlamıyordum.

Neyse... Sanki Türkiye'de önümde bilgisayar, elimin altına internet yokmuş gibi burada araştırdım 19 yıl öncesinin Judy tutukusunu .Amerika'ya gelince zihnim açıldı. Veeee bütün bölümlerinin olduğu bir siteyi yakaladım :))) Yine burnumun direği sızlayarak yaşıma aldırmadan izliyorum Judy'i. Eskisi gibi izlerken hayal kurmuyorum. Benim hayatımın Judy'e özenilecek dönemi geride kaldı. Yine de çocukluğum geliyor gözümün önüne onu izlerken. Heyecanla ve görev bilinciyle vidyoyu çalıştırmam. Ablamla çok önemliymiş gibi her bölüm sonunda olayları tartışmam. Bir de jenerikteki İngilizce yazıları ablamın en fazla bir aylık Hazırlık tecrübesiyle anlamasını beklemem. :)))

Gerçi bölümler sıralı değil ve dizi Japonca ama izlemek ve çocukluğunu hatırlamak isteyenler için linki budur:

http://www.veoh.com/search/videos/q/daddy+long+legs#

Bu da jeneriği hatırlamak isteyenler için:

17 Kasım 2009 Salı

D.C'de Fiyatlar

Bütün yaşadıklarımı görmemişler gibi yazıyorum ama ne yapayım daha önce gavur illerinde hiç yaşamadım. Buraya geldiğimden beri elime ne alsam veya ne zaman markete gitsem kazıklanıyorum hissine kapılıyorum. Sanki bir parça giysiye 20 dolardan fazla vermek dünyanın en büyük günahıymış gibi.


Ben zaten alışverişten oldum olası hazzetmem. Annem gösterir ben alırım, fiyatları da annem bilir. Şimdi öyle yaban ellerinde kendim alışveriş yapmak zorunda kaldıkça tüylerim ürperiyor.

Bir kere her şeyin ucuzu diye bir kavram var burada. Mesela, ikea büyük ev eşyalarında evimizin her şeyi, walmart küçük ev eşyalarında...Kore marketi Hmart sebze, meyve ve balıkta evimizin her şeyi. Marshall's da kıyafet ve ıvır zıvır konusunda.

Bu Marshall's ve türevleri meeşuur markaların iade edilen veya seri sonu ürünlerini ucuza satıyor. Bir ürünün serisini bulmak imkansız ama değişik değişik ürünleri ucuza bulmak mümkün. Bi nevi bit pazarı :)))))

Yalnız her şeyin ucuzu bulunur düşüncesi insanı bir şey alamaz hale getiriyor. Mesela ben hala bir mont alamadım. Çünkü montlar genelde 20 dolardan pahalı. İnsanda bi mala 20 dolardan fazla verirsem kazıklanmışım demektir hissi uyandırıyor burası. .Uzun süre direnerek ayağıma da ayakkabı almadım ama sonunda 19.99'a meeşur bir markanın çizmesini almayı başardım :))))

Yine de 20 dolardan fazla verdiğim şeyler de var. Mesela ayağıma giyecek düz kapalı bir ayakkabı bakarken dayanamayıp 42 dolara abiye ayakkabı aldım. Hem de meeşur bir markanın ayakkabısı. Sorun şu ki ben iyi bir alışverişçi olmadığımdan ve ayakkabının serisi olmadığından bir numara büyük almışım. Ööleee karşıdan birbirimizi süzüyoruz ayakkabılarımla, geçen gün giyeyim dedim yolda ayağımdan fırladı :((((

Öte yandan, bazı geçmiş tecrübeler bazı şeylerin ucuzunun pek de kaliteli olmadığını gösterdi. Örneğin 28.42'ye aldığımız ütümüz bi türlü ütülemiyor. Hem de meeşur bir marka olmasına rağmen. Her seferinde küfredip fişten çekiyorum.

Bir de Yaşam'la bir heves ütü masası aldık amazondan. 8 dolar civarına bulunca da üstüne de atladık resmen. Bütün dünyaya nanik yapmışız gibi sevindik. Neticede koskocaaaaa ütü masası... Bekle bekle bir türlü gelmedi bu paket. En sonunda paketiniz var notunu alıp aşağıya inince 5*20*40 cm ebatlarında bir kutu gördük. Bi de hafif ki kutu... Derin bir şüpheye düşmekle birlikte kendimizi canım demek ki tek parça değil birleştirmek gerekiyor diye telkin ediyoruz. Ama paket acayip hafif... Eve gelip de paketi açınca merakla beklenen ütü masasının aslında ütü masası örtüsü olduğunu görüverdik.

Sen misin dünyaya parmak atmaya kalkışan....

Son olarak gıdada evimizin her şeylerinden biri olan Harris Teeter's (galiba böyle yazılıyor)dan bahsetmek istiyorum. Bu market bizim evin çok yakınında, bir nevi bakkalımız kendisi. Suyumuzu da buradan alıyoruz. Dün evde su bittiğinde gidip baktık Deer Park (Erikli tadında bir su markası) indirimi yok. Biz de dedik ki ilk defa (suda ve gıdada pek ucuza kaçmıyoruz aslında ama basiretimiz bağlandı) Harris Teeter's marka su alalım bi tane. Yaşam ilk bardağı içti, sonra bana uzatırken "hayatım bardağı bi dikişte bitir, arada nefes alma" dedi. Uleynnn bu su kokuyor, su kokar mı? İlaç kokuyor. Sabah Yaşam'a götürdüm bir bardak, uyku sersemi bakıp "siyanürlü su mu içireceksin bana" dedi ve musluk suyu içti.

Bugün ilk işimiz gidip Deer Park aldık evimize mis gibi. Ucuz suya beyimin son yorumu "o suyla yıkanınca saç çıkıyormuş adamın başında" oldu :)))))

13 Kasım 2009 Cuma

Mimlendim

Ahhh Hülya herkes senin gibi kitap kurdu mu?

Soru 1: Okumakta oldugunuz son kitap ve konusu: En son Cane River'ı okuyorum. Lalita Tademy'den. Afrikalı Amerikalı köle bir ailenin üç nesil kadınlarını anlatıyor. Kadınların efendi beyazlar tarafından hamile bırakılmalarını ne kadar doğal kabullendiğini, ailelerini bir arada tutmak ve özgürleşmek için ne kadar çaba harcadıklarını anlatıyor roman. Bir nevi "Kökler". Hadi itiraf edeyim bu roman benim ödevim :)))) ama yine de severek okuyorum :)))

Soru 2: En son aldiginiz kitap: Cane River :)))

Soru 3: Bir turlu bitiremediginiz, bitirseniz de size illallah ettiren kitaplar: İlallah ettiren demeyelim edebiyat dünyasına saygısız etmek istemem ama bir türlü Tutunamayanlar'ı bitiremedim ben. Her seferinde bir gazla başlıyorum ama bitmiyor meret. Bir de Orhan Pamuk'tan Kar. Bir de Albert Camus'tan Yabancı. Sanırım sabıkalıyım bu konuda.

Soru 4: Bir sonraki okumayi planladiginiz kitap: George Perec -Yaşam Kullanma Kılavuzu. Taaa Türkiye'den getirdik okuyalım işe yarasın. Gerçi bu aralar bilgisayar ayağı olarak da işe yarıyor kendisi :)))

Soru 5: En sevdiginiz kitaplar: Murathan Mungan Yüksek Topuklar. Ben Murathan Mungan'ın okuduğum bütün kitaplarını seviyorum, dili ve üslubu çok samimi geliyor. Elif Şafak Aşk son favorim. Ama en çok Tom Sawyer'in Maceraları'nı severim. :))) Hala....

Bitti... daha çok konuşmak isterdim kitaplar hakkında ama kitap kurtluğum Hazine'ye girdikten sonra beni terk etti.

Bilge

8 Kasım 2009 Pazar

DC'de Sosyal Hayat

Annem hala haline acısa da evimizi yaşanır!!!! hale getirdik. En azından asgari düzeyde mobilya sahibiyiz. Evi dayayıp döşeyince sosyal hayatımıza önem verir olduk. Son iki haftadır haftasonlarımız epey renkli geçiyor.

Geçen hafta cumartesi efendim mübarek cadılar bayramını eda ettik. Önce Hülyalar ve Alperlerle bayramlaştık, eski bayramları andık :)))) Sonra, benim ilk cadılar bayramım olması vesilesiyle bu işlerden hazzetmeyen pek sevkili beyim sokaklara çıkmaya razı oldu. Fotoğraf çekeriz deyince gözlemci sıfatıyla geldi diyebiliriz. Hedefimiz gençliğin akın ettiği Georgetown M Street idi. Henüz metrodayken bizi renkli bir gecenin beklediğini anladık, zira ortalıkta bir adet ev yapımı kola kutusu, bir adet sarmaşık, noel baba ve sevgilisi kedi kadın (fantastik bir geceleri oldu bence) dolanıyordu. Foggy Bottom istasyonunda indik. Önümüzdeki vampir, fred çakmaktaş, grinch, korsan ve marliyn monroe'yu izleyerek M street'e ulaştık. Orada nazik ev sahiplerimiz Aslı ve Sedat ile buluştuk sonra da bir yerlerde eğlenceye katıldık. Biz geceye cadılar bayramını gözlemleyen türk karı-koca kostümü ile katıldığımızdan bir kostüm yarışması filan kazanamadık tabi. Sedat göbekli batman, Aslı da kedi kostümüyle oldukça şıktı:))))








Gece 11.30 gibi de işkembeci niyetine five guys'a gittik beyimlen hamburger yedik :))) Gözlemlerime gelince:


1. Bu gavurlar cadılar bayramında ipten kazıktan kopuyor. M Street'te karşıdan karşıya geçmek için bile sıra bekledik yavvv. İğne atsan birinin kostmüne saplanıyordu yani. (Kötü esprilerin sorumlusu hep Yaşam. üzüm üzüme baktı netice budur)

2. Kadınlar hiç akıllanmayacak. Erkekler ne güzel şoparlaşıp türlü türlü kılığa girmişken hatunların %60'ının üzerinde fırfırlı etekli, file çoraplı Fransız seksi hizmetçi kostümü vardı. Feministler boşuna çabalıyor kardeşimmm... Ana babaların dişinden tırnağından arttırıp okutmak için başka şehre gönderdikleri, tarla satıp finanse ettiği bebeleri böyle görmek de içimi ayrıca burktu. Ne olacak bu memleketin hali???

3. Gecenin sonlarına doğru herkeste geceyi boş geçirmeyimcilik gibi bir kaygı boş göstermiş olacak ki her köşe başında bir telefon alışverişi, bir koklaşma hadidesi vardı. Ahhhh ahhh ana babaları da okula gönderdik biliyorlar bunları.

4. 11'den sonra gece kulüpleri Bodrum'a kök söktürüyor. Rezillik anlamında. Bu arada kendim kadar yaşlı kafalı bir koca bulduğum için de çok gurur duyuyorum. Gece boyunca gençlerin haline "cık cık" layıp durduk.
5. Elimizi sallasak Türk'e çarptı o akşam. Ne çok Türk var bu şehirde yavvvvv. Ya da Türkler pek hevesli bööle işlere...

6. Yaptığım yorumlardan anlaşılacağı üzere yaşlanmışım. Benden geçmiş bu işler. Bu yaştan sonra anca çocuklarımı giydirir, şeker toplamaya götürüm ben mübarek cadılar bayramında :))))

Pazar günü de bu şehrin en naif insanı, büyük hoca Salih Fendoğlu ile buluştuk. Dupont Circle'da brunch yaptık. Levantes isimli orta doğudan ortaya karışık yemekler yapan bir yere gittik. Açık büfeleri Türkiye'dekilerin yanında epey fakir, fiyatları da o çeşide göre yüksekti. Ama Salih'le sohbet çok eğlenceliydi. Kahve falı bile baktık :)))

Bu haftasonu da yine oldukça hareketli geçti. Yaşam'ın uzun süredir buradaki arkideşlere sözü vardı pide yapmak üzere. Cumartesi bu vesile ile Aslı-Sedat, Özlem-Mustafa ve İlker'i ağırladık. İlker kanat istemişti bi de onu pişirdik. Bi de benim adana köftemin kalanını çıkardık yaptık. Yanına da kıymalı kaşarlı ve ıspanaklı tavuklu pideler yaptık. Aslı ile Sedat bize ev hediyesi getirmişler, Özlemler de cheesecake getirmiş. Yedik, içtik, tabu oynadık.



Bu kadar adamı ağırlamak kolay değil tabi. Yatağı kanepeye çevirdik efem. Gayet başarılı olduk :))))
Bugün de (geçtiğimiz pazar aslında :)))) benim sınıf arkadaşlarımla yemekteydik. Kimse bu işlerle uğraşmadığından organizasyon yine bana kaldı ama bu sefer Prof. Ueland işi üstlendi, çünkü benim restoran arayıp bizim yanımızda şu kadar çocuk olacak onlara indirim yapın konulu bir pazarlık yapmam biraz zor olabilirdi. Ama işin içine hocaları katmanın da şöyle bir getirisi oldu: ders aldığımız hocaların hepsi yemeğe geldi. Biz sınıf olarak toplanalım derken iş biraz masalarda hukuk dersine döndü :))) Yaşam biraz sıkılsa da genel olarak eğlenceli bir gündü bence.

Masadakiler arkadaşlarım ve hocalarım. Küçük bir dedikodu: arkada karşılıklı oturan amcalar ne tatlı bir çift değil mi? :)))) Anladınız siz onu :)))

2 Kasım 2009 Pazartesi

Köftenin Kıymalı Pideye Dönüşüm Öyküsü

Bilenler bilir, beyim mutfakta biraz marifetli övünmek gibi olmasın. Pizzalar, ekmekler, yoğurtlar ve yemekler...Evde muhteşem lezzetler pişip duruyor.


Geçen gün alışverişin ardından eve gelince Yaşam yine mutfağa girdi bir şeyler pişirmek üzere. Ben de bilinçli ev hanımı olarak aldığımız kıymayı yoğurayım köfte olsun da buzlukta dursun dedim. Bak bak... Bi de yetmedi , Yaşam'a artistlik yapıcam ya, adam köfteyi çok seviyor-benim karım çok güzel yemek yapıyor diyecek- kasap köftesi yapıcam dedim. Bizimkisi hadi bakalım dedi spora gitti ;ben de sıvadım kolları.


Önce internete girdim tabi kasap köftesi nasıl yapılıyormuş diyerekten. Buldum bi site aldım tarifi, ver elini mutfak. Kıymayı tuz ve ekmek içi ile yoğurun...Yoğurdum, güzel görünüyor...Dinlendirin bi gece... bu da kolay ama vakit yok...yarım saat yeter... Çıkarın içine 1 yemek kaşığı limon suyuna karıştırdığınız 2 tatlı kaşığı karbonatı dökün...Karbonat yok, kabartma tozu var evde...Sakin ol paniğe kapılma... İnternet... karbonatla kabartma tozunun farkı...Biri asidik diğerii...allahım ne diyo bu, evde limon da yok zaten...Hahhh...Kabartma tozu ile karbonat aynıymış, karbonatı limon gibi asidik bir şeyle karıştırmak gerekiyormuş, kabartma tozuna gerek yokmuş... Ohhhh... koş koş salondan mutfağa...ev geniş olunca zor tabi :)))) bir yemek kaşığı suyun içine dök kabartma tozunu...karıştır kıymaya...bu beyazla kırmızı renk doğru mu??? Yazık bardağın içinde kabartma tozu kaldı, ziyan olur (Ahhhh babanne hep senin yüzünden) karıştır biraz suyla onu da dök kıymanın üstüne...


İki orta boy soğan, rendele ekle karışıma...Ufffff gözlerim yanıyor...Bu ne oldu böyle, fazla mı cıvık ne? niye elime yapışıyor? Biraz daha yoğursam olur mu ki? Üffff olmadı bu...Biraz daha kıyma ekliyim...olmadı...biraz daha ekmek...biraz köfte harcı, onun içinde galeta unu var toparlar...Toparlamıyor yavvv. Şeytan diyor kalır at çöpe...Al işte ekmek de bitti :(((...Ayyyy ağlayacağım şimdi...Ekmeğe en yakın un var biraz un koysam, Yaşam gelmeden toparlar mı? Tühhhh un paketi elimden kaçtıııı...


Hahhhh tam sırası telefon çalıyor... Alo...Allahtan arayan Hülya. Kesin biliyordur bu işten nasıl sıyrılacağımı... Ne? kapağını kapatıp dinlendireyim mi? Toparlar mı sahiden? Hıııı, Yaşam'ın görmeyeceği bir yere kaldırıp yarın icabına bakayım...Köfteyi bilmem ama evlilikle ilgili öğreneceklerim var kesin.


Tam saklama kabının kapağını kapattım, Yaşam girdi kapıdan içeri. Köfteleri soruyor. Allahım ne diycem şimdi? Dinleniyorlar deyiverdim. Sonra da bi çırpıda itiraf ettim her şeyi. Şekil alamayacak kadar cıvık bir malzemenin dolapta beklediğini yani :)))))


O malzemeyi bugün kıymalı pide yaptık. Vallahi içi çok güzel olmuştu. Gerçi kıymalı pide içi gibi değil de aynen adana kebap köftesi olmuştu. Afiyetle yedik. Resimler de burada efem...








Bi daaa bilmediğim işe girip birinin gözünü boyamak mı...Tövbeeee