7 Ekim 2010 Perşembe

Bilge'den Ajite Masallar

Annem hastaydi. Yuz sinirlerini tibbi tanimini hatirlamadigim asla da hatirlamak istemedigim bir hastalik tutmustu. Yuz felci geciriyordu, gunlerdir teshis koyamadiklari agrilarinin, yuz uyusmalarinin ardindan. Agrisi coktu. Doktor da uyarmisti zaten, ‘bu agri insani delirtir, annenize dikkat edin' demisti.

Gunler suren doktor-is kosusturmasinin ardindan yorgun dusmustum. Erken yattigimdan olacak, sabaha karsi aniden uyanmistim. Iceriden annemin inleme sesleri geliyordu. Salona girdigimde annem bir yandan agliyordu sessiz sessiz, bir yandan sallaniyordu, bir yandan da dua ediyordu durmadan. Kiyamamis, beni uyandirmamisti, ama agridan kivraniyordu. Klasik agri kesiciler seker olmustu onun icin. Evdeki hicbir sey ise yaramiyordu. Doktoru bir ilac vermisti, guclu bir narkotik recetesiz satilmaz demisti ama ondan da kalmamisti evde.

Saat 3 filandi sanirim. En yakin eczane evin bulundugu caddenin sonundaydi, bizim sokagin basinda taksi duragi vardi zaten. Taksiyle bir cirpirda gider, ilaci alir ve ayni taksiyle donuverirdim. Eczaneyi aradim, ilac var dedi cocuk. Pijamamin ustune giydim bir mont, firladim sokaga.

Oturdugumuz mahalle hic tekin degildir bu arada. Bizim evin iki arka sokagi, Ankaralilar bilir, pavyonlariyla meshur Talatpasa Bulvari’dir. Icenler, kusanlar, asik olup ortaligi birbirine katanlar bizim sokaklarda sabahlar anlayacaginiz.

Sokaga ciktigimda in cin top oynuyordu, taksi duragi bombostu. Sokaktan taksi cevirme cabalarim nafileydi. Eczane simdi hem cok yakin hem cok uzakti iste. Eve elim bos donsem annem sabaha kadar nasil dayanirdi ki…Yurumeye kalksam…odum kopuyordu bir sarhosun, pavyon mudaviminin ya da pavyon onu it kopuklarinin basima is acmasindan… 10 dakika kadar bekledim sokakta. Caresizligin ne oldugunu ve insana neler yaptirabilecegini o 10 dakikada anladim ben.

Bir polis arabasi seneler suren o on dakikanin sonunda koseden gorununce, hic dusunmeden durmasi icin el ettim. Icinde iki polis…Arabanin onunde ben, sacim basim daginik, ustumde dizleri potlasmis bir pijama, korkmusum ve gozlerim dolmus…Kalbim agzimdan firlayacak kadar telasliydim…Polislere durumu anlatirken sadece sesim degil, elim ayagim da titriyordu. Uzerimde kimlik yoktu, gecenin korunde eczaneye eni konu narkotik ilac almaya gidiyordum ve ustelik recetem de yoktu. Cizdigim, krizi tutmus uyusturucu bagimlisi profiliydi basbayagi. Kendi elimle de durdurmustum polis arabasini, suphelenip beni iceri alma olasiliklari oldukca yuksekti. Alirlarsa annemin agrisi ne olacakti? Niye kimsem yoktu arayabilecegim ve Allah kahretsindi caresizligi. Bir yandan derdimi anlatirken bir yandan da bunlari dusunuyordum. Kontrolsuzce, gunlerdir ne yasadigimi, annemle yasadiklarimizi polislere anlatiyordum. Bana yardim etsinler diye, bana care olsunlar diye.

Polisler razi oldular beni eczaneye goturmeye, Hacettepe’nin hemen yanindaki bir eczane iste. Gidisim tamamdi, donuse de Allah kerim. Goturdu polisler beni, aldim ilacimi. Artik uyku mahmurlugundan mi yoksa neden bilmiyorum eczacinin kalfasi recete filan sormadi benden.

Donus mu? Polisler beni beklemislerdi, geri getirdiler evimin onune. Arabadan inerken ne kadar cok tesekkur ettigimi simdi bu yaziyi yazarken fark ediyorum. Ya polislere pek guven vermedigimden ya da gercekten benim icin endiselendiklerinden, beklediler ben apartmandan iceri girene kadar.

Anneme ilaci verdikten ve kafami yastiga gomup, aglayip uzun uzun, uyuduktan sonra o geceyi bir daha hic dusunmedim. Ta ki sevdigim herkesten uzakta kalakaldigim Amerika’da yalnizligin iyice icime oturdugu, ayni caresizligi yine hissettigim bu geceye kadar…Ama bu sefer tecrubeliyim biliyorum…Her sey gececek.

31 Ağustos 2010 Salı

Tatil Bolum 2- Gemideyiz

Turu: Gezi

Valizleri verdikten sonra Amerikan vizesini -ne hikmetse- bir turlu okuyamadiklari icin problem cikaran Amerikali gorevlileri gecmeyi basarip guverteye ciktik. Boylece 1 haftalik tatilin ilk gunu hemen oracikta basladi bizim icin. Gemi ile Bahamalara kadar gidip donecegiz. Gemimizin adi: Norwegian Jewel. Kendisi 14 katli bir yuzen otel. Biz 4uncu katta denize nazir kamaralardan birinde konakladik. Denize nazir dedigime aldanmayin, capi bir buyuk pizza kadar pencere koymuslar odaya, deniz manzarali diye satiyorlar. Gemi turu eglenceli bir yolculuk turuymus ayrica pek de konforluymus. 5 yildizli otelle denize acilmak gibi. Ben yanimiza havlu alalim, sabun, sampuan vs. derken kamaraya girdigimizde tum bu ihtiyaclarin zaten saglandigini ogrenince pek sevindim. Ayrica gemide, 10 kadar restoran, bir kumarhane, bir tiyatro, 3-4 bar vs hizmet veriyordu. Eni konu bir luksun icinde dustuk sozun kisasi. Yedigimiz bizim ictigimiz ise geminin yalniz. Icecekleri ucretlendirmislerdi kofteler :)

Kalkistan once hemen bizi tiyatroya doldurdular. Yolculuk oncesinde acil durum tatbikati gibi bir sey yapildi, can yeleklerimizin yerini ve buzdaginina carparsak ilk nereye gitmemiz gerektigini anlattilar. Bu arada, bizim toplanma yerimizdeki gorevli Turk cikiverdi. Sinan, Antalyali. Pek bulasmadik kendisine yolculuk boyunca :)Kucuk tatbikatin ardindan vakit geldi ve en ust guverteye ciktik. Bir senedir buradayim daha New York'u yeni gorebiliyordum. Ben pek begendim.

Dilime dolanan "vakit yok gemi kalkiyor artik" ezgisi esliginde ve gaza gelip bir ton paraya ladigimiz tropik ickilerimizi yudumlarken yol almaya basladik. Bu arada tum gemi halki guvertede, gurultulu bir muzik ve bagir cagir arasinda resimler cektik. Once Manhattan yukari mahalle, ardindan ozgurluk aniti, sonra Manhattan asagi mahalle ve nihayet Brooklyn koprusune el sallayip hepsini arkamizda birakarak denize acildik. Biraz gemiyi kesfedelim, ne nerede onu ogrenelim derken sabahki erken kalkisimizin ve yolculuk gerginliginin etkisiyle yorgun dustuk ve uyumaya karar verdik. Bu arada benim icim kalkti biraz, kulaklarim "niye sallaniyoruz yoksa hareket mi ediyoruz ey gozler? diye sorarken, gozlerim" sacmalamayin sabit duruyoruz iste' diye itiraz etti durdu. Allah'tan yola cikmadan dramamin almistik, yuvarladik birer tane. Ilk gunu guzel bir yemek ve biraz dolasmanin ardindan uyuyarak tamamladik

Pazar sabahi erkenden ayaklandik. Kahvalti ettik, inler cinler ve biz. Bu arada havuzun en yakininda bulunan ve surekli acik bufe hizmet veren kahvalti mekaninin kapisinda bir bayan gorevli turlu sirinlik gosterileriyle girenlerin ellerine purel doktu durdu yolculuk boyu. Hijyene onem veriliyordu anlayacagizin.

Gemide iki havuz ve onlarin yani basina konuslandirilmis 6 kadar jakuzi var. Havuz basi bombostu. Bu havuzlar her gun okyanus suyu ile dolduruluyormus. Ohhh, atladik havuza sonra sicacik jakuzi, sonra havuz, sonra jakuzi, sonra...sonra cocuklar ve gencler isgal ediverdi her yeri. Gurultulu bir muzik ve yarismalar basladi. Kactik, geminin on tarafina "sessiz bolge" yapmislar, cennet gibi. Butun gun orada burada aylaklik ettik, sonra erkenden uykuya. Ne de olsa ertesi gun Orlando'dayiz. Roller Coasterlar selam yollamis, gelsinler bekliyoruz demisler...




24 Ağustos 2010 Salı

Tatil Bolum 1- Tatilin DC'de Gecme Ihtimali

Turu: Gerilim

Butun yaz calististiktan sonra pilim bitmek uzereydi ki iki haftalik tatil ufukta belirdi. Yasam Temmuz'da butun ayarlamalari yaparak bize DC-NY otobus biletleri ve NY'den Bahamalara gidecek bir gemide 1 haftalik tatil ayarladi. Bir gun onceden valizlerimizi yaptik; iki tedbirli insan olarak 9 otobusune binmek uzere saat 8'de Chinatown civarinda konuslandik. Ancak, guzel baslayan yolculuk bu noktadan sonra ciddi bir gerilim yaratti.

Otobus firmasinin ne kadar genis ve is ahlakindan uzak oldugunu 9 otobusunun 9.10'da yolcu almaya baslamasindan anlamaliydik aslinda. En gec 3'te gemiye binmemiz gerekiyordu, rahattik cunku ne de olsa saat 1'de NY'de olacaktik firmanin web sitesine gore. Oysa 4 saatte DC-NY koca bir yalanmis. Bu kadar zamanda hic durmasak ve Baltimore'a ugramasak bile varamazmisiz. Bu arada, sofor bir de mola verdi mi yol kenarinda. O 15 dakikalik mola 40 dakikaya cikti gamsiz Amerikali yolcular yuzunden. Saat 12.50'de mola bittiginde, sofor bize 2 saat 20 dakikalik yolumuzun kaldigini mujdeledi!!!!!! Oysa yolda artik trafik de birikmeye baslamisti ve yol kazilari yuzunden dur kalk seklinde ilerliyorduk. Yasam firmaya sovup sayarken icinden beni de teskin etmeye calisiyordu. Bense artik patlamak uzereydim ve surekli dua ediyordum. Arada da gemiyi arayalim beklesinler, olmadi Orlando'da yetisir bineriz gibi cozum onerileri getiriyorduk. Bu gergin bekleyiste Yasam'a donup "gemiyi kacirirsak agzimdan ne cikarsa ciksin seni seviyorum" deyisim de unutulacak gibi degildi. Ben artik aglamak uzereydim ve saat 14. 49 idiydi ki biz NY'ye varmayi basardik.

Apar topar bir taksi bulduk ve limana yoneldik. Sofore aglamakli ses tonuyla yalvarmalarimi duymaniz lazimdi, cok acikliydi halim. Limana inip de gemiyi gorunce acayip mutlu olduk ama karsi seritteydik. Adam sizi onunde indireyim diye 500 metre ilerideki donemece gidince taksinin icinde bir firtina kopariverdik. Igrenc tiz bir sesle " where are youuu goinggggg?' deyisim hala kulaklarimda. Saat 14.58 gibi ben valizleri kosturarak gemi gorevlilerine yetistirirken Yasam da 5 dolarlik yol icin taksi soforune 20 dolar vermekle mesguldu.

Bu kadar gerildik ama valizleri Norwegian gemi gorevlisine attirinca tatile cikmamiza hicbir engel kalmadi...

6 Ağustos 2010 Cuma

Bir Yil Once...Omur boyu

Bugun evlilik yildonumumuz. Birinci yildonumumuz. Bir yil devirdik ayni evde...Dun gece guncelleyecektim blogu. Yazdim...sildim...yetmedi kelimeler anlatmaya hislerimi...Sabahtan da yazdim...sildim...yazdim...sildim...

Sonra Yasam'in yazdiklarini gordum feysbukta. Oyle abartisiz, sasasiz ama oyle etkiliydi ki oradaki birkac cumle. Hem o evliligin bir tarafi da ben degil miyim? Ayni seyler degil mi dusunduklerim, hissettiklerim? Hirsizlik sayilmaz o zaman asagidaki alinti :)))

"Bir yil oldu..Ahanda bugun evlendiydik gecen yil...Ne de iyi etmisiz...Ama daha yolun basindayiz, iki olcek, uc, dort...Eller titreyecek, saclar dokulcek, gobekler sarkacak, sonra cocuklar neyin...Yaslancaz daha birlikte...Belki de guzel, ozgur, aydinlik, esit, kardes bir memlekete bile uyanicaz birlikte...Ne guzel..."

Seninle iyi ki evlenmisim Yasam ;)))) Nice senelere :)))


25 Temmuz 2010 Pazar

Son iki hafta

Yaz basinda basima is alarak dahil oldugum arastirma projesinde son iki haftaya girmek uzereyiz. Bittiginde toplam 11 hafta kopek gibi calismis olacagim. Su anda IMF'in mesrulugu Basel Komitesinin kimligi ve benzeri bir suru konuda bilgim ve fikrim var. Ama 4 aylik tatil ne ara bitti o konuda hic fikrim yok. Bohuuuuu

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Selen'e Ithafen

Selen'le nihayet pazartesi gorustuk. Kendisi Mart'tan beri alisveris icin gerilip gerilip Temmuz'da ipinden bosandigi icin pazartesi outlette gecti. Muhabbetler de "bunun kucuk bedeni var miymis bi baksana", "siparis vardi Nike'a gidelim", "bu gozluk guzel mi" ekseninde dondu durdu tabi. Pazartesi bizde kalmasi planlaniyordu ama Ayse'yi birakamadi. Kiskansam da sesimi cikaramadim cunku Ayse cok tatli bir insan. Selen gittikten sonra kesin bir kahve iceriz. Ne kahvesi arkadas da oluruz :))) Hem onemli yerlerde tanidiklari var!!!!!!

Sali sabahi Selen'im bize geldi hemi de valizleriyle. Valizlerle gelmesi onemli cunku bu bizde kalacak demek. Gunun bomba sorusu da annemden geldi: Nerede yatiracaksin Selen'i? Halbuki 3 misafir odali 5 katli konagin bir katini ayirdimdi bile ben Selen'e :))) Neyse her nazik misafir gibi Selen de evimizin ferhaligindan bahsederek bizi mutlu etti :))) Dun gezdik tozduk, O yazmis zaten bulun blogunu okuyun. Deginmeyen gecmeyecegim bir husus DC'de Selen'in yanindan ayrilmayacaksiniz cunku birileri kolundan cekerek yaninizdan uzaklastirabilir. Baktim dun aksam Ozgur Bey ve Ozge Hanim kasla goz arasi bize gel biz de kal deyiverdiler. Kimsenin gozunun yasina bakmadim cektim getirdim eve.

Bugun de mahallemizi taniyalim kapsaminda dolastik biraz. Saat dortte de LA'ye gitmek uzere yola cikacak.

Simdiden donuste Selen'i kimseye kaptirmamanin yollarini arastiriyorum. Carsamba yine DC'ye geliyor da :)))

Ozlemisim beee

18 Temmuz 2010 Pazar

Selen Geldi, Hosgeldi...

Beklenen gun nihayet geldi. Mart'tan beri bekle bekle bekle... ve henuz goremesem de kendisini, Selen bir ABD telefonundan bana ulastigini bildirdi dun. Bugun de yok, baska arkidesleriyla birlikte olacak ama yarin bizde. Biz de hep birlikte alisveriste ;)))))Sali da bizde. Aksam sabah planlar yapiyorum ama uyabilecek miyiz?

Haber ederim...

8 Temmuz 2010 Perşembe

House Invaders

Aksam yuruyuse ciktik. Benim kafam karma karisik zaten, arastirma yapiyorum nasil bitecek ne yazilacak filan diyerekten. Asansore bindik, bizimle birlikte bir amca daha bindi. O dorduncu kata basti biz sekizinci. Amca dorduncu katta indi, asansorun kapisi kapandi; yukari ciktik, kapi acildi ve biz indik. Evimizin kapisina geldik ama anahtar acmiyor. Zorla zorla acilmadi. O sirada kafami kaldirmamla birlikte 709 numarayi gormem bir oldu. Asagi kattaki evin kapisini zorluyorduk. Yanlis katta inmisiz.

Nasil kactik anlatamam, arkamiza bile bakmadan...

6 Temmuz 2010 Salı

Isyan

Selen litfen su yorum ayarlarini degistir de yorum birakabileyim. Sapikligimdan degil gunde on defa ayni yorumu birakmaya calisiyorum olmuyor, olmuyor....Bi de sapik yazmis benim icin...Sen geleceksin buraya nasil olsa...

Degis Ton Ton

Buradaki hayat degisiyor hizla. Once biricik arkadasim, kiymetli velim, hepimizin hamisi Sedat yurda intikal etti. Mezun oldu ve ayni hizla gozden kayboldu. Asli'ya kavustu tamam ama kolumuz kanadimiz da kirildi.

Yasam da donuyor artik. Hem sikildi bir senedir burada issizlikten hem de artik sorumluluklarini bilen bir aile babasi olarak bize bir ev kurmasi gerekiyor. 6 Eylul'e bilet aldik. Hepten boynum bukuldu. Annemi kandirmaya calisiyorum, gelsin diye ama pek orali olmuyor. Bekar hayatima geri donuyorum ozetle. Alemlere akacagim ben de DC'nin altini ustune getirecegim. Gerci alti ustu burokrasi bu kentin ama olsun ;)

Yeni Kayit- Bir kacagi takdimimdir




Bir suredir yokum. Aslinda varim ama bloga yazacak kadar yokum. Canim istemedi iste her neyse. DC'de yaz konulu bir baslik da acmak istemedim. Cunku yazacagim seyler, sicak ve nemli, yapis yapis. Sadece bir not: Eger ana malzemeniz seramik ise acik mekan kapali mekan sicaklik farkindan catlamaniz isten bile degil...
Yine de bu sicakta yapilacak guzel seyler de var. Mesela mohum sanat eserlerinin sergilendigi Sculpture Garden'da cuma aksamlari ucretsiz caz konserine gidebilirsiniz. Biz yaptik, aldik ortumuzu, peynirimizi, meyvemizi, oradan da bir surahi sangria, yayildik cimlere :))) Baslangicta bombos olan alan bir sure sonra nefes alinmaz hale geliyor gerci. Insanlar gelip burnunuzun dibine ortu serip, sirtini size dayamaktan cekinmiyor. O zaman kalkma vakti de gelmis oluyor. Resimler bu konserlerden ...
Gecen haftasonu da Gipsy Kings dinledik mesela yine piknik sofrasi esliginde ve cimler ustunde. Birkac sarkiya kulak asinaligimiz vardi ama Bamboleo baslayinca tabi yerimizde durmadik. Eger calmalasalardi paramizi geri isteyecektik.

Bu arada kira sozlesmemizi de yenilemis bulunuyoruz. Ben bu binaya iyice sinir olsam da, artik hayatta oturmam burada desem de, iki himbil olarak baktik biz ev bulamayacagiz, evin sozlesmesini binbir tantana ile yeniledik. Sanki studyo daire degil, Bogaz manzalari Rezidans kiraliyor bu dangalaklar. Neyse sonucta bir yil daha mekanimiz River House :)))

23 Mayıs 2010 Pazar

Kiymetli Dogumgunu

Bugun cefakar anacigimin dogumgunu. Ilk defa dogumgunlerimizi uzaklarda geciriyoruz kendisiyle, yine biraz buruk icim.

Herkesin annesi kiymetlisidir ama benimki birtanedir. Fedakardir annecim. 32 yasinda babamdan ayrilmis ama iki ufaklikla da basbasa kalmistir. Hayatini gozunu kirpmadan ablam ve benim icin harcamistir. Her seyi bize saglamis kendi hayatindan vazgecmistir.

Komiktir, eglencelidir, coook sevecendir ama yeri geldi mi de tozumuzu attirir, otoriterdir :)) Cocuktur, buyuktur, akrandir, sirdastir ve yoldastir annecim. Cok ama cok saglam kadindir. Hayatta yaninda oldugu insanin tokezleyecegim diye korkmasina gerek yoktur. Kolundan tutup kaldiriverir, yaralarini sarar, sarmalar siki siki...

Onun bizim icin nelerden vazgectigini bu yasima gelince anladim. Yabanci ellerde ev isi, sokak isi, hastalik vs. bunlarla bogunca annemin hayattaki rituellerinin, dusturlarinin kaynagi konusunda aydinlandim. Annemi daha cok anladim. Ondan uzakta, buralarda buyumek zorunda kaldim.

Iyi ki dogmussun annecim. Hayat sana mutluluk getirsin.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Ohaaa

Bir ayı geçmiş bloga bir şey yazmayalı. Benden haber bekleyenler çoktan ellerini eteklerini çekmişlerdir. Ben bile blogun adresini unuttum da gidip minnospiggyden buluyorum :)))) Ama öyle bir ay geçirdim ki anlatamam. Gerçekten öğrenci oldun bu ay ben.

Özetlemek gerekirse; Nilay ve Meltem ay başında bizi ziyarete geldiler. Yaşam'ın kim gelecek ayol bize misafir" şeklindeki iknaları ile tutulan şu küçük stüdyo evceğiz ne çok misafir ağırladı bu sene inanamazsınız. Daha da gelecekler var. İnşallah... Onlar gittikten sonrası ise saçma sapan bir koşturmaya girdim. O ödevin teslimi, bu ödevin sunumu bilmem ne derken çok korktuğum sınav günü dün geldi çattı. Emektar bilgisayarımdan emin olamadığım için Yaşam'ın heyyüla gibi bilgiyarını kaptım götürdüm ama bana zorluk çıkarmadı desem yalan olur.

Bu bu seneki ilk ve tek sınıf içi sınavımdı. Aslında sınava girmeyebilirdim, bizi sütten saydıkları için ama hem bir sınav göreyim istedim hem de o kadar okuma yaptım filan seneye bu dersi almak yerine başka güzel şeyler seçerim dedim. Demez olaydım. Ben böyle sınav görmedim ömrü hayatımda. Hİç derste öğrendiklerimizle alakası yok. Anacım nası zor. Tamam inekimdir ben, şikayet ederim sınavlardan sonra ama bilirim ki iyi geçmiştir. Şu anda hiçbir fikrim yok konu ile ilgili. Tek umudum sınıftakilerin sınavının da benimki kadar kötü geçmiş olması :)))))

Şimdi sıkı durun... Ben 4 ay tatile girdim. Hayatımın en uzun tatili olacak herhalde. Bir daha beni tatile gönderip üstüne de para verecek :)))) Yine de hortladım saat 7.30'da. Ne yapalım huy işte :))

Heyyooooooo..........

1 Nisan 2010 Perşembe

Yaşam ve Bilge Paşaoğulları'nda...

Bir Çarşamba günü saat 18.30 civarı vardık Raleigh'e... Bekle bekle bir araba yanaştı. İçinde 4 kişi. 3'ü tanıdık biri yabancı. Hemen tanıdıklarla kucaklaşıp, tanımadığımızın yanından aldık soluğu. Ne de olsa ziyaretin bahanesi bu küçük adam. Arabada mışıl mışıl uyuyor kuzu... Nasıl sakin... Hemen arabanın en arkasında Emre Paşa'nın yanındaki yerimi aldım. Hülyacığımla Efe Paşa ortada otururken Onur ve Yaşam en önde kaynatmaya başladılar bile...Emre'nin bana bir sürprizi varmış, ama eve gidince söyleyecekmiş (karambole geldi galiba hiç söyleyemedi oğluş).

İlk gün akşam kısa bir Raleigh turu ve Chapel Hill'e varış. Bu arada North Carolina doğası, evleri, beyaz çiçekli ağaçları ile filmlerdeki Amerika burasıymış dedirtti bana. Düzgün biçilmiş çimler arasına oturtulmuş verandalı villalarda gözüm kaldı ne yalan söyleyeyim.
Hülya mis gibi sofra kurmuş Efe Paşa swing'e giderken biz de sofraya kurulduk. Biraz mızırdak bu Efe Paşa. Siz orada ben burada olmuyor, benim neyim eksik ben de masada oturacağım diyor durmadan. Alıyoruz, mis gibi kokuyor kerata :)))


Ertesi gün sabah uyanıyoruz, Hülya ve Emre okula gitmiş bile...Gelişlerini bekliyoruz. Biraz daha mıncıklıyorum Efe'yi . Hamur gibi zaten :))) Öğrenciler okuldan gelince ver elini gezmeler tozmalar... Arabada gümbür gümbür bir şarkı... There's a hole in the bottom of the sea. Efe hemen uykuya geçiyor. Kerata hız tutkunu, kırmızı ışıklarda durunca başlıyor ağlamaya. Kısa bir okul turu yapıyoruz. Chapel Hill UNC'nin etrafına kurulmuş bir öğrenci şehri. Kampüs mufteşem. Yine küfrediyorum karabahtım kem talihime. Onur da fırsatı kaçırmıyor, hukuk diye tutturmasaydın gelir burada okurdun mis gibi diyor. Hülya ile yakın oturmak nasıl cazip bir fikir, ah kafam ah...

NC'de bir de ilkokul tecrübesi yaşıyoruz. Emre Paşa'nın doğumgünü okulda kutlanacak. Kapıyoruz içecekleri abur cuburları, gidiyoruz okula. Tek katlı bir bina. Güvenlik sıkı, sınıflar tam bomba. Duvarlarda boş yer yok. Bebeler kıpırdak, gürültülü... Çok eğlenceli bir yer anlayacağınız... Emre'nin arkadaşlarından biri sen Emre'nin annesi misin? diyor. Hayır arkadaşıyım :))))



Akşam cici mamalar ardından biraz alışveriş turlaması. İlk defa Hülya çocuklarsız kalıyor. Konuşuyoruz, dertleşiyoruz iki dakikada. Kaşla göz arası birer de ayakkabı alıyoruz.




Son gün piknik yapıyoruz hep birlikte. Efe Paşa'yı temiz hava çarpıyor uzun bir uykuya dalıyor tospağa :))) Biz de yiyoruz içiyoruz sohbet muhabbet. Faize'nin Esra'sı, Nilay'ın Esra'sı ve Hülya'nın Esra'sı geliyor eşi ve biblo oğlu Yiğit ile. Biraz da onu mıncıklıyoruz. Nasıl kuvvetli maşallah. Parmağımı tutuyor bırakmıyor :))) İzinsiz koyuyorum resimleri umarım sorun olmaz. Zaten kimse de okumuyor blogu :))
Bengü geliyor sonra tam Emre Paşa "Diğer tanıdığımız insanlar neden gelmedi daha" diye ağlamak üzereyken. Onunla da hasret gideriyoruz, iki dedikodu paylaşıyoruz.



Gitme vakti... Evde ayrılıyoruz Hülya ve çocuklarla. Emre uyuyor, sızmış piknikten gelince. Efe Paşa'yı kokluyorum uzun uzun. Kucağımda uyumuşluğu var diyeceğim büyünce. Hülya ile veda biraz acıklı oluyor. O master'a gelirken de kötü olmuştum, arkasından ağlamıştım. Şimdi geri dönüyor yine ağlatıyor beni. Onur'la veda Greyhound'da.

3 güncük kalabildik. Bize kalsa geri dönmesek olurdu. Hülya ile Onur bizi sepetlemeye çalışmış olabilirler çünkü Efe Paşa'nın disiplinini bozduk sanırım :)))) Hık deyince kucak bık deyince türkü :))) O da biliyor ama bücürük yerine konduğunda hiç durmadı. Emre koca çocuk olmuş artık. İngilizce ağız dalaşında beni sınıfta bıraktı :)))




Böyleydi NC... Kısa, çok eğlenceli, çok hüzünlü...Her şey için teşekkürler Paşaoğulları ailesi... Biz çok eğlendik.

29 Mart 2010 Pazartesi

The Most Creepy Bus Travel Ever...

Her sey genç kadının kocasıyla birlikte arkadaşlarının yeni doğmuş bebeğini görmek üzere Chapel Hill'e gitmek için otobüs yolculuğunu seçmesiyle başlar. Neşe içinde yola koyulan çiftin keyfi North Carolina otobüsünü bekleyen onlarca kişinin çoktan sıraya girdiğini görünce biraz kaçar, zira otobüslerde yer numarası yoktur; ilk gelen beğendiği yere oturmaktadır. Bu arada humanist çiftimiz, otobüse binecek zatların düşük gelir sınıfına dahil Amerikalılar olduğunu fark ederse de, durumu ilk başta önemsemez. Bunun dışında otobüslerin de kalitesi de arasıra tartışılmaktadır. Binilecek otobüs Türkiye'deki en kötü otobüs firmasının otobüslerinden 10 kat daha kötü ve eski gözükmektedir. Otobüste internete girebilmek ihtimalinden çoktan vazgeçen genç kadının görevi, kocası bavulu yerleştirirken ikisinin birlikte oturabileceği, mümkünse sağ tarafta bir koltuk bulmaktır. Ama o da ne...Çiftimizden önce binen herkes tek tek koltuklara yayılmış olup, birlikte oturulabilecek bir koltuk bırakmadıkları gibi mabatlarını kaldırıp yan taraflarındaki koltuğa oturulmasına da izin vermemektedir. Çiftimiz birbirine yakın koltuklar bularak ayrı ayrı da olsa NC'ye gitmeyi başarırlar. Ancak bu yolculuk çok daha tehlikeli bir yolculuğun sadece öncüsüdür.

NC'den geri dönüş gece otobüsüyle olacaktır. Çiftimizin arkadaşı otobüslerinin kalkışına bir saat kala garaja kendilerini bırakır; hatta onları bomboş bir otobüsün önü koca bir boşluk olan ikili koltuğuna elleriyle bırakır. Ama ne olduysa bundan sonra olmuştur. Bir görevli yolcuları bu ototbüsten indirerek New York'a giden bir başka otobüse aktarır. Bu otobüs ağzına kadar doludur ve ilaç niyetine birkaç boş oturak ancak bulunmaktadır. Genç adam karısının güvenliğini sağlamak üzere arkalarda gözüne kestirdiği iki koltuğa doğru yönelir. Ayrı ayrı ama hiç değilse yakın oturabileceklerdir. Otobüsün arkası Prison Break'teki Sona hapishanesinden salıverilmiş her renkten ama özellikle Afrikalı Amerikalı ve Latin kökenli genç ve iri kıyım adamlarla doludur. Genç adam eşine iri kıyım bir ablanın yanındaki yarım boş koltuğu gösterir. Genç kadın elinde lap top ve çantası olduğu halde bu koltuğa adeta çöker. Genç adam birkaç sıra ötedeki boş koltuğa yönelir. Ama koltukların sahibi ve muhtelemelen birkaç leşi bulunan abi tarafından terslenir. Bu nokta genç çiftin patlama noktası olsa da sakinliklerini korumaktadırlar. Genç adam eşine yakın bir iki yere daha teşebbüs ettikten sonra şöfor marifetiyle eşinden oldukça uzak, önlerde bir koltuğa oturtulur. Genç kadının kabusu bu noktada başlar. Işıklar kapatılır, genç kadın sona hapishanesi sakinleriyle hücrelerinin kapısı olmayan bir mekanda yalnız kalır. Üstüne otobüs şoförü yolculuk sırasında uyuşturucu kullanılmaması yönündeki telkinlerini sürdürmektedir. Genç kadın dökülen bir otobüsün içinde, etrafındaki adamların korkusuyla ve eşinin açtığı telefonların sakinleştirmesiyle üç saat boyunca dua ederek kazasız belasız ilk aktarma noktasına ulaşır.

Bu hayatımda yaptığım en ürkütücü yolculuktu. Çok korktum ve sanırım bitlenmiş olabilirim. Amerika'da otobüs yolculuğunu sadece macera arayanlara öneririm.

Ama bu yazı yolculuğumuzun geri kalanını gölgelemesin... Olağanüstü bir tatil yaptık, bebek sevdik, Emre'ye doğum günü partisi ve kendimize ziyafetler verdik. Onlar resimler eşliğinde geliyor...

22 Mart 2010 Pazartesi

Pazartesi Ya da Salı

Pazartesi ya da Salı... Artık benim için farkediyor.


Pazartesileri iki dersim var biri sabah saat onda, diğer akşam 5.45. Arada haliyle 5 saat 45 dakika boşluk. Yemek 45 dakika. Kaldı mı sana 5 saat. Eve gitsem gittiğime değmez. Akşamki derse hazırlık 2 hadi bilemedin 3 saat. Kalan saatlerim kütüphanede onu bunu izlemek, gazete okumakla geçiyor.

Salı öyle mi ya... 1.30 da dersim var 3.30'a kadar. Geliyorum gidiyorum. Kalmıyorum. Kütüphane yok, kafası dağınık hukuk öğrencisi yok.

Offff gel salı gel :))))

15 Mart 2010 Pazartesi

Writing a seminar paper

Pain in the neck...

13 Mart 2010 Cumartesi

Yaratıcılık

Yazmam gerekiyor...Anlatmam gerekiyor...Özellikle ailemle ya da arkadaşlarımla konuşurken, buralardan, bir sürü şey geçiyor içimden; anlatmak, paylaşmak istiyorum. Gerekli gereksiz her konuyu, ilgili ilgisiz her şeyi, fikirlerimi, hissettiklerimi birilerine söylemem gerek...Ama olmuyor. Birileri arayınca, halimi hatrımı sorunca "iyiyim" diyorum, "iyiyiz", "okula gittim, geldim" vs. diyorum. Onlar anlatsın istiyorum.

Ne zaman anlatmaktan vazgeçtiğimi hiç hatırlamıyorum. Konuşmayı çok severim oysa. Çok konuşurum. Üniversitede bir arkadaşım bir derste beni tanımlaması gerektiğinde "her zaman anlatacak bir şeyleri var" demişti. 20'lik dişimi çektirdiğimde konuşmaya devam edince babam "bari iki tane uyuşturucu yemişken ağzından salyalar akarken biraz sus" demişti şaka yollu.

Anlatacak şeylerim duruyor ama kelimelerim bitti sanırım. Bir şeyleri anlatmaya heves ettiğimde kelimeler yetmiyor, tıkanıp kalıyorum. Sözcükler, deyimler yetmiyor hikayelerime... Sonu gelmiyor başladığım cümlelerin. Bir de gücüm kalmıyor yolun yarısında. Ne anlamı var ki diye düşünüyorum, susuyorum. "Yok bir şey" diyorum.

Eskiden kendimi anlatmak için konuşurdum. Şimdi kendimi saklamak için susuyorum. Beni doğru anlasın insanlar, iyi olduğumu bilsinler düsturundan, burada olduğumu fark etmesinler, dikkat çekmeyeyim düsturuna terfi etmişim. Bilmeden büyüyorum...

Ödev Yapıyorum

Ödev yapıyorum. Her cumartesi pazarın rutin döngüsü devam ediyor evde. Mutlaka hafta başından beri bekleyen ödevlerim oluyor. Hep son güne kalıyorlar. Ama ödevler artık matematik kitabının filanca sayfasındaki 10 problem değil. Biraz daha yaratıcılık, çaba va dolayısıyla zaman gerektiriyorlar. Bense hala her şeyi son gün yetiştirmeye çalışıyorum. Artık düzenli çalışmayı öğrenmem gerekiyor.

27 Şubat 2010 Cumartesi

Sağlık Sıhhat

Bugün nadir düzenli okuyucum olan Selena tarafından uyarılmış bulunuyorum. Sürekli güncellemeyeceksem neden bir blog var değil mi?Bu aralar aslında başımdan çok şey geçmesine rağmen nedense yazmak içimden gelmiyor. Yine de beni şoklara uğratan, dudak uçuklatan bir şeyleri de yazmadan geçemem.

Kışın Türkiye'ye gitmeden önceki gece kulağım tıkanmış, korkunç bir basınç oluşmuştu. Geçer diye oyalanıp akşamı bekleyince ve kulağımdaki rahatsızlık geçmeyince işimiz acile düştü. George Washington University Hospital bize en yakın sağlık kurumu olduğundan oraya gitmiştik. Bir intern doktor ve hemşire benimle ilgilendi. Kulağımı yıkadılar ve beni eski mutlu günlerime kavuşturdular. Ama bedeli ağır oldu...

Bir süre önce bir fatura aldık. Jeffrey adında bir doktor bizimle ilgilendiğini söylüyor ve 112 dolar istiyordu. Kim olduğunu bilmiyorum çünkü bana bakan intern doktor bayandı. Neyse bunu ödedik derken, acil servis faturamızda geliverdi. 675 dolar... Kulağımı yıkarlarken Yaşam uyarmıştı, yeni şişe açıyorlar bunun bedeli ağır olacak diye. Açılan yeni şişede de steril su vardı. :))

Bu faturanın 375 dolarını okulum vasıtasıyla bulduğum kan emici sigorta şirketi öderken 300 doları bana kaldı. Toplamda 412 dolar ödeyeceğim şimdilik. İyi ki sigortalıyım diye düşünmeden edemiyor insan.

Bu arada Yaşam da bel ağrısından muzdaripti bir süredir. Nihayet geçen hafta, randevu için 3 hafta bekledikten sonra, doktora gittik, röntgen çektiler ve sinir sıkışması teşhisi koydular. 6 hafta fizik tedavi görecek. Şimdi aramızdaki bahis konusu bizim günahımızın ne kadar olacağı...

Şaka bir yana, buraya gelince ve bunları yaşayınca sağlık reformu için niye bu kadar gürültü koptuğunu anlıyor insan. Sağlık hizmetleri yaygın olmasına rağmen erişim zor ve pahalı. Gerçekten çok pahalı. Gözümün önüne bizim acilleri iğnelerini yaptırmak için dolduran teyzeler geliyor da... Eminim bir iğne buralarda 300 dolardan aşağı değildir.

Bunlardan sonra dua ediyorum bizim devletimiz sağlam dursun diye...

12 Şubat 2010 Cuma

İyi ki doğdun

Biz farklıyız. O esmer mesela, ben beyaz tenliyim. O kıvırcık saçlı, benimkiler düz. O dalgın , ben dikkatli. O özgür ruhlu, maceracı, ben ana kuzusu. O isyankar, ben sabırlı. O mücadeleci, ben kabullenici.


Biz aynıyız. Genetiğimiz aynı. Boyumuz aynı. Huyumuz suyumuz aynı.Aynı evin içinde, aynı mutlulukları aynı üzüntüleri yaşayarak büyüdük. Aynı küçük şeyler bizi mutlu ederken, aynı küçük şeylere kırılırız.


Hayatımın her anını bilen iki kişiden biridir o. Bana hediye edilmiş hayat yoldaşı. Küçük annemdir. Kollar korur, bazen o kadar ki canımı sıkar :)))) Ama bilirim sever beni. Ben de onu severim. Çok hem de...
Bugün ablamın, bengüsücüğümün doğumgünü. Biliyorum ki blogu okumuyor. Okuyormuş gibi yapıyor ama okumuyor. Olsun. Yine de kutlayalım buralarda 40 gün 40 gece. İyi ki doğmuş, iyi ki bana yoldaş olmuş.

Hayatı hep mutlu geçsin dilerim. Benim yanıbaşımda...




8 Şubat 2010 Pazartesi

Kar Fırtınası

Bu yıl Vaşington DC'de son 90 yılın en soğuk kışı yaşanıyormuş. Geldiğimizden beri iki kar fırtınası gördük. İlki Aralık ayında bir Cuma öğleden sonra başladı, cumartesi akşam olduğunda yerde 50 cm kar vardı. Metrolar çalışmadı, marketler talan edildi.


Geçtiğimiz haftasonu ikincisi yaşadık. Ama bu daha beterdi çünkü cuma gece yarısı elektrikler kesildi ve cumartesi gece yarısı tekrar geldi. Şimşekler çaktı. Soğuktu ayrıca. Metro yine çalışmadı, marketler yine talan. Ama bu sefer okullar tatil oldu :)))) Federal hükümeti takip eden okulum bize eziyet etmemek için okula sürüklemedi bugün.

Bu da Georgetown'un bugüne kadar gördüğüm tek kıyağı oldu :))

Yaşasın karrr

3 Şubat 2010 Çarşamba

HOŞGELDİN EFE BEBEK

Efendim aşağıda görülen hafif şiş suratlı ciddi mi ciddi sevimli oğlan çocuğu Hülya-Onur Paşaoğulları çiftinin iki numarası :) Bugün yaklaşık 3 günlük. Allah analı babalı büyütsün. Bir de ağabeyli tabii...



Ben bunun ağabeyinin de el kadar halini bilirim. Yaşlanıyoruz azizim...